Psikoterapi nasıl işe yarıyor?
Merhaba dostlar. Psikoterapi konusunda şüpheleriniz varsa, siz de “sadece konuşarak bu sorunlar nasıl çözülecek,” diye merak ediyorsanız bu yazı öncelikle sizin için. Ancak şunu baştan itiraf etmem gerekir ki bu biraz beyhude bir girişim. Sürecin işleyişine dair bazı şeyleri anlayabilmek yıllar alırken bunu genel hatlarıyla ifade edebilmek için en azından yüzlerce sayfa gerekli. Bu yüzden çoğu kısımda neyin nasıl etki ettiğine dair pek detay yok ve burada yazılanlar genel işleyişin çok küçük bir kısmına ait bir takım açıklamalardan ibaret.
Her şeyden önce yaklaşık yüz yıldır sayısız araştırma psikoterapi süreçlerin değişik sorunlarda değişik oranlarda başarılı olduğunu gösteriyor. Bu nedenle psikoterapinin işe yarayıp yaramadığı çok tartışmaya açık bir konu sayılmaz. Herkes için her terapi modeli veya her uzman doğru bir eşleşme sağlamayabilir. Bazı durumlarda beklentiler ve talepler gerçekçi olmayabilir ancak genel toplamda psikoterapinin işlevselliği sayısız araştırmayla ortaya konmuş durumda.
Öncelikle bir uzmandan destek almanın genel bir takım faydalarına değinelim:
-İnsan bilmediğinden korkuyor. Kişinin iç dünyasına dair korkuları da sıklıkla kendisine insan doğasına yönelik bilgisizliğinden kaynaklanıyor. İnsan doğasını ve kendi iç dünyasını daha iyi anlayan kişi kendini yargıladığı suçladığı çok sayıda konunun aslında çok normal ve bazen evrensel olduğunu görerek suçluluk duygularını, kendine dair şüphelerini aşmakta yol alıyor. Psikoterapi kişinin gerek dışarıdan kaynaklı gerekse kendi içindeki korkularıyla kademeli bir yüzleşme gerçekleştirmesini sağlıyor.
-İnsan zihni kendisini objektif olarak değerlendirebilen bir sistem değil. “Muhtemelen bizim dışımızdaki herkes bizi bizim kendimizi algıladığımızdan daha iyi algılıyor,” diyor Jung. Bu her zaman doğru olmasa da doğru olduğu zamanlar oldukça çok. Dışarıdan uzman bir bakış kendimizi tanımamız için oldukça faydalı oluyor. Yaşadığımız yoğun kafa karmaşaları bu süreçte büyük ölçüde yatışma eğiliminde oluyor.
-Psikoterapi odası hayatın bir minyatürüdür kişi yeni düşüncelerini önce orada sınar. Terapi ortamı kişiye güvenli alan sağlar ve onu cesaretlendirir.
-Aynı şekilde bir ilişki pratiğidir. Terapistle yaşanan çatışma, gerginlik dışarıda yaşananlarla paralellik taşır. Bunları aşmak kişinin dışarıdaki hayatındaki çatışmaları aşmasına yardımcı olur. Örneğin dışarıda insanlara zor güvenen bir kişi pek tabi uzmana güvenmekte de zorluklar ve gitgeller yaşayacaktır. Terapist ile kurulan güvenli bir ilişki dışarıda kurulacak diğer sağlıklı ilişkiler için bir temel oluşturur.
Yukarıda bahsettiklerimiz daha genellenebilir konular. Biraz daha teknik boyuta değinecek olursak psikoterapide -çoğu birbirinin ticari taklidi olsa da- yüzlerce ekolden bahsedebiliriz. Bu ekollerin insan doğasına ve psikolojik sorunlara bakış açıları bir takım farklılıklar içeriyor. Doğal olarak çözüm önerileri de birbirlerinden farklı olabiliyor. Ben psikodinamik çalıştığım için yazının bundan sonraki kısmı psikodinamik terapinin genel mantığına ve işleyişine ilişkin olacak.
Psikodinamik Terapiden ne anlamak gerek
Burada ‘dinamik’ten çoğunlukla farkında olmadığımız ancak bazıları her zaman bazıları zaman zaman bilinç düzeyinde de yeralabilen ruhsal yapılar/güçler arasında süregiden karşılıklı bir çatışma, ilişki ve denge arayışını anlıyoruz. Bu bağlamda psikodinamik terapiden bahsettiğimizde akla çoğunlukla temel önermeler açısından psikanalize bağlı bir yöntemler topluluğu gelse de ruhsal dinamizmi yaratan yapılar güçler her zaman psikanalitik kurama göre tanımlanmış olmak zorunda değil. Psikanalitik olmayan ve psikanalitik modelden çok az beslenen çok sayıda psikodinamik modelden bahsetmek mümkün. Ancak özellikle Türkiye’de bu tür diğer yönelimler oldukça nadir olduğundan ve bu durum benim için de genel hatlarıyla geçerli olduğundan büyük ölçüde buradan sonrasında psikodinamik modelden bahsederken büyük ölçüde psikanalitik eksende psikodinamik terapiden bahsediyor olacağız.
Psikodinamik modeller yaşadığımız sorunları derinlemesine ele alarak sorunun kökensel gelişimini çözümlemeye ve problemi temelden çözmeye yöneliyorlar ve sorunu hızlı bir şekilde yatıştırmaktan ziyade daha kökensel olduğuna inandıkları çözümlere odaklanıyorlar. Bu bir ağrımız varsa doğrudan ağrıyı yatıştırmaya odaklanmak yerine neden böyle bir ağrımız olduğunu anlamaya çalışmaya benzetilebilir. Psikolojik olarak da şikayetlerimiz aslında derinde yatan sorunlara dair semptomlar olduklarından sadece semptoma yani soruna yönelik olarak çalışıldığında o sorun hızlı bir şekilde ortadan kalkmış gibi görünebilir ancak kökendeki problem hala orada olduğu için bir çıkış yolu kapatıldığında başka bir çıkış yolu bulur veya belirli bir süre sonra aynı sorun tekrar eder. Yani semptom veya sorun şekil değiştirir. Psikodinamik çalışan uzmanların bu şekilde çalışmayı tercih etmesinde temel motivasyon sıklıkla burada yatıyor.
Dinamik modellerde elde net yönergeler ve net bir program olmadığından buradaki belirsizlik hem uzman hem de hasta/danışan tarafından rahatsız edici olarak deneyimlenebilir. Ancak net yönergelere sahip olmama hali pek çok yönden avantajlıdır. oğu modelde süreç içerisinde yaşanabilen ve bazen sürecin çatışmalı şekilde sonlanmasına da neden olabilen krizler dinamik modelde terapinin başarısız şekilde sonlanması bir yana terapiye katkı sağlayan büyük fırsatlara dönüşür. Dinamik terapi değişen dinamiklerin sürekli yorumlandığı ve izleğin buna göre oluşturulduğu bir yol izlediği için son derece esnek ve bu esneklikten güçlü bir yapıya sahiptir. Ancak uzmanlar için bu aynı zamanda zahmetli, daha fazla zihinsel çaba gerektiren ve öğrenme süreci hiç bitmeyen bir beraberinde getirdiği için zor ve yorucudur. Doğal olarak herkese hitap etmemesi gayet anlaşılabilir.
Diğer yandan psikoterapinin biraz bilim biraz sanat olduğunu ve her terapi modelinin her uzmana ve terapiden yarar bekleyen her kişiye uymadığını söylemek gerek. Benim bu tarzda çalışmamın nedeni yıllar içinde beni en çok ikna eden yaklaşım olmasının yanı sıra bu şekilde çalışmaktan zevk de alıyor olmam.
Psikodinamik terapide nerelere odaklanıyor ve neler üzerine çalışıyoruz:
Bastırılmış Malzemeler
Hepimizin canımızı sıkan bazı konuları düşünmekten kaçındığı başka şeylerle kendini oyalamaya çalıştığı olmuştur. Yitirmiş olduğumuz eski sevgiliyi, geçmişteki ‘büyük’ bir hatamızı, küçük düştüğümüz utandığımız bir anı düşünmek istemeyiz. Böyle bir konu olay, malzeme(hatıra) çok rahatsız edici olduğunda bu durum gerçekten o olayın unutulmasıyla son bulabilir. Nostaljiye duyduğumuz düşkünlük de biraz bundan ileri geliyor. Geçmişin kötü yanlarını unutmaya eğilimliyken mutlu anları daha çok hatırımıza getiriyoruz, bu durum zihnimizde geçmişe dair daha güzel bir tablo çizmemize neden oluyor. Daha zorlu yaşantılardaysa geçmiş dönemler bütünüyle hafızada silikleşmesi ve kişinin çok az hatıraya ulaşabilir hale gelmesi gibi durumlar söz konusu olabiliyor. Yaşadığımız çoğu psikolojik sorun ise bu bastırılmış malzemelerin bilinçten uzak tutulmaya çalışılmasının dolambaçlı yolları sonucunda ortaya çıkıyor.
Yaşadığımız rahatsız edici olayın hatırasına bilinçli zihnimizde ulaşamasak da olayın deneyimi duygusu oradadır ve her an yaşantımızı etkilemeye devam ediyor. Yaşadığımız zaman anlam veremediğimiz bir korku, huzursuzluk, aşk, aniden kendimizi birilerine veya bir şeylere kaptırmak gibi durumların kökenlerini çoğunu bu tür geçmiş yaşantılarda aramak gerek. Bunun farkında olmadığımızda kendimize “neden böyle oluyor” diye sormaya başlıyoruz.
Süreç doğal akışında ilerlediğinde bu düz bir çizgi halinde olmasa da görece daha az rahatsız edici olaylardan daha rahatsız edici olanlara doğru ilerliyoruz. Başka bir deyişle zihnin daha yüzeysel alanından daha derinlere doğru kişiden kişiye değişen bir hızda farkındalık sağlanıyor. Kişinin kaçındığı bu düşünceler anılar bilinç düzeyine ulaşıp konuşulabilir hale geldiğinde sorunların büyük ölçüde ortadan kalktığını görüyoruz.
Keder yüklü olayları, yaşanmışlıkları hatırlamaya ne gerek var?
Bilinçdışı kişinin kendisinde rahatsızlık uyandıran, çatışma yaratan bu süreçlerin zihinden, farkındanlık alanından uzaklaştırılan içeriklerle doludur. Bir şeyi görmemek, düşünmemek ve nihayetinde unutmak onu etkisiz kılmaz. Düşüncesi bilincimizden uzaklaşmış olabilir ancak utanç oradadır, korku oradadır, keder oradadır… İçimizde bizi sabote eden bir şeyler vardır. Düşüncesi olmayan bağlamdan kopuk nedenini anlamadığımız duygularımız vardır. Gündelik yaşamda deneyimlediğimiz zorluklar, rahatsız edici semptomlar farkında olmadığımız bu derin çatışmalarımızın ürünüdür. Bastırılmış içeriğin semptoma dönüştürülmesi kişiden kişiye farklılık gösterir. Terapi sürecinde temel amaçlardan biri rahatsızlık yaratan farkında olmadığımız çatışmaların ifade edilmesini ve bilinç düzeyine çıkarılmasını sağlamaktır.
“Ne güzel bunları unutmuştum, ne gerek vardı” türünde söylemleri sürecin belirli aşamalarında bolca duysak da unutulan malzemenin dönüşü ilk başta bir miktar rahatsızlık yaratmasına karşın bu sürecin kaçınılmaz gerekli bir parçası ve bu sürecin belirli zamanlarda yaşanması sürecin doğru istikamette gittiğinin bir göstergesidir. Unutulan malzemenin tekrar bilinç düzeyine yükselmesindeki hoşnutsuzluktan kaynaklanan isteksizlik bizi süreçle ilgili bir diğer önemli kavrama götürüyor.
Direnç
Psikanalizde direnç, terapötik sürece ilişkin her türlü karşı koymayı ifade eder ve çoğunlukla bilinçsizdir. Terapi esnasında kişinin böyle bir direnç göstermesinin yukarıda bahsettiğimiz üzere son derece doğaldır çünkü süreç, kişinin rahatsız olduğu bilincinden uzak tutmak için yoğun çaba harcadığı malzemelerin bilinç düzeyine getirilmesini amaçlar. Lacancı bakış açısı da terapiye başlayan hemen herkesin böyle bir direnç ile terapiye başladığını gerçek manada çözümü neredeyse kimsenin arzu etmediğini varsayar. Direnç, farkedilmediğinde terapinin ilerlemesini engelleyerek terapötik sürecin etkinliğini azaltabilir. Direnç, genellikle bireyin bilinçdışı süreçlerinden kaynaklanır ve terapi sürecinde ortaya çıkar. Bireyler, terapötik sürece başlamadan önce bile direnç gösterebilirler (örneğin terapiye ihtiyaç duymasına karşın başlamayı ertlemek gibi). Süreç içerisinde de seanslara geç kalma, seanlara dair isteksizlik, bazı konuları veya genel olarak konuşmaktan kaçınma, terapistin ücreti ödemeyi unutma gibi tablolar sıklıkla direncin değişik dışavurumları olarak yorumlanır.
Direnç; farkedilmediği, doğru anlaşılmadığı ve yorumlanmadığı durumlarda süreci sekteye uğratmasına yavaşlatmasına ve bazen sona ermesine neden olmasına karşın farkedilip yorumlandığı durumlarda tam aksine sürecin ilerlemesine katkı sağlayan bir dinamiktir.
Savunma Mekanizmaları
Savunma mekanizmaları, bireylerin anksiyete, stres ve içsel çatışmalar gibi zihinsel sıkıntılarla başa çıkmalarına yardımcı olan, çoğunlukla bilinçdışı psikolojik stratejilerdir. Bu mekanizmalar, kişinin duygusal dengesini korumasına, ego’sunu korumasına ve gerçeklikle başa çıkmasına yardımcı olurken, aynı zamanda anksiyete ve içsel çatışmaları hafifletici yönleri vardır. Ancak, aşırı veya yanlış kullanıldıklarında psikolojik sorunlara yol açabilirler. Aşırı kullanımda varolan sorunların görülmemesine, gerçeklikle ve diğer insanlarla ilişkilerin bozulmasına yol açarlar. Genelle belli kişilik tipleri belli savunma mekanizmalarını kullanmaya daha yatkındır. Kişinin savunma mekanizmalarını anlamak ve bunlar üzerinde çalışmak problemlerin çözümünde önemli bir yer oynar.
Rüyalar
Freud, “Rüyanın tabiri kişinin kendidir,” demişti. Rüyalar kendimizi tanımamız için son derece değerli kaynaklar. Rüya yorumlamayı hem çok seviyorum hem de onların olmadığı bir psikoterapi tarzını tahayyül edemiyorum. Tek başlarına güvenilmez olsalar da seanslarda elde ettiğimiz diğer verilerle bir arada yorumlandıklarında çok değerli katkılar sağlıyorlar. Sıklıkla kişinin kendisinin de bilinç düzeyinde tam farkında olmadığı gerçek ruhsal gündemini çok iyi yansıtıyorlar. Dinamik çalışanlar için rüyalar sarsılmaz veriler sağlayan araçlar olarak görülmemeli ancak kendilerinden kesinlikle yararlanılmalı. Rüyaların sürece dair ne tür katkılar sağlayabileceği ve rüya yorumu üzerine daha fazla içeriği site içerisinde bulabilirsiniz. Burada detaylı ele alamıyorum.
Duygular
Duygularımızın ortak, evrensel bir dil olduğu sıkça söylense de bu bütünüyle doğru değil. Aynı olaylar karşısında her zaman aynı duyguları hissetmiyoruz. Ayrıca kendi duygularımızı sıklıkla yanlış tanımlıyoruz. İlginç gelebilir ancak korkuyla aşkı bile bir birine sıklıkla karıştırıyoruz. Kişinin hangi duyguları hangi durumlarda, ne sıklıkta ve yoğunlukta deneyimlediği geçmiş yaşantıları ve kişilik örgütlenmesinin de yoğun etkisi altında. Kişiye hangi duyguların hükmettiğini anlamak o kişiyi anlamak için önemli malzemeler sağlarken kişinin duygusal okuryazarlığını artırmanın sorunlarını aşmasına yardımcı olmanın yanı sıra yaşam doyumunu artırmasını bekleriz. Bununla beraber ruhsal sorunların önemli bir bileşeni bir duyguyu yanlış yerde hissetme veya duyguyu orantısız derecede yüksek/düşük hissetme sorunu oluyor ki çözmek istediğimiz bizi rahatsız eden problemler de çoklukla bunlar oluyor.
Takipte Kalın